Uncategorized

Dönüşümümün olduğu yerdeyim, peki insan mı kaldım?

Hayat su gibi geçip giderken anlam veremediğimiz tonla şey yaşarız. Ve ne yazık ki günlük rutinlerimizin ve mecburiyetlerimizin arasında bu yaşadığımız ve bizi değiştiren gerçeklere şöyle uzak bir çerçeveden bakmak, içselleştirmek çoğu zaman bin bir yanlış dışavurum sonrasında gerçekleşir. İnsan önce kendi içinde ne kadar dibe inebileceğini anlamaz, hep dibin dibi gelene kadar. Çok kısa periyotlarda çok fazla şey değişir. Bazen 6 ayda 3 yıllık yükü yükleniriz sırtımıza ve debelenip dururuz, sahi neden savruluruz böyle?

Savrulmak önce ailede başlar. Bir bireyin ayaklarının üzerinde durmasının farklı dinamiklerden desteklenmesi gerekmektedir. Bunların içerisinde toplumun beklentisine uyan ve bireysellik için mutlaka karşılanması gereken ekonomik özgürlük, belirli bir bağımsızlık, yeme, barınma gibi ihtiyaçların kişinin kendisine temini elzemdir fakat buradaki savrulmanın bu rutin yükümlülüklerin içerisinde herhangi birine dayanan bir kökü yok. Bazen zihin savrulur, hatta bazen zihin savruktur.

Peki neden?

Çünkü ailesi savruktur.

Ailesi savruk bir bireyin, kendini düzeltmeye başlaması ancak ve ancak kendi zihninde artık daha fazla ilerleyemediği ve daha fazla batamadığı en dipten başlar, mecburdur bu kadar dibe düşmeye çünkü savrulmaktan başka bir şey yapamaz bunca zaman. Ne zaman tam anlamıyla düşerse işte o zaman savrulan zihninin sebeplerine bakıp kendisi için, kendi karakteri için yeni bir inşa sürecine girebilir. Özellikle günümüz toplumunda, kendi annesini doğurmadan annelik yapan kızların küçük yaşta aldığı sorumluluklar ve bu sırada küçükken görmeyi kaçırdığı ilgi ve şefkati öfke ve mükemmeliyetçilikle tamamlamaya çalıştığını fark ettiği o derin an, o dönülmez an artık yeni karakterinin de 2. bölümünü yazmaya başlayacağı an olacaktır.

Ama bu kolay mıdır?

İnsanın kendi zihninin derinliklerine girmesi kolay mıdır? Bu savaştan yara almadan çıkması mümkün müdür?

Hayır değildir.

Kişinin kendi dönüşümü için DARBE şarttır ve bu acıdır. Acıdan kaçmak için de insan öfkesine sarılır ve artık kaçamayacağı acıları fark ettikten sonra bir an üzerine yıkılan birikmiş tüm acının ve öfkenin enkazının altında sessizce durur bir müddet.

Çünkü nefes alamaz, düşünemez, hareket edemez. Artık yüzleşmediği her şey tarafından ele geçirilmiştir ve bunu aşmak için enkazın altında nefes almaya devam etmesi gerekmektedir.

Evet, enkazın altında bile nefes almaya devam etmelidir çünkü tüm o duygu durumlarının altında hayat hala güzeldir ve yaşamaya değerdir ama ne için? Kendini tanımıyor ki artık birey. Zihninden, fikrinden, bedeninden, ruhundan şüphe duymaktadır çünkü yetiştirildiği savruk biçimin farkındadır ve kararlarının, planlarının, isteklerinin kaçının ona ait olduğunun bilgisi artık kendisinde mevcut değildir.

Yeni bir kilit açılmıştır hayatta artık, kendin olma kilidi ama bunun bir bedeli vardır. Önce acıdan gerçekten bir geçmek gerekir. Kaçtığımız tüm acılardan, insanlara verdiğimiz tüm zararlardan, yıktığımız tüm hayallerden ve hayatlardan, üzerimize yapışan tüm mecburiyetlerden, içimizde kalan yaşanmamış güzel ihtimallerden; hepsinden ve nicesinden geçmek gerekir.

Geçmeden iyileşemeyiz çünkü.

Bazen kendimiz için geçmek gerekir.

Öyle işte, geçmek gerekir.

Büşra ERCAN

1999 yılında İstanbul'da doğdum. Çocukluğumdan beri duygularımı en iyi şekilde kalemle aktardım. Her zaman kendim için yazdım. Üniversite hayatım boyunca düşüncelerim şekillendikçe yazmak benim için daha da ayrı bir önem kazandı. Şimdi yine en çok, kendim için yazıyorum.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu